19 Ağustos 2017 Cumartesi

17 ağustos..

Rize'de gündoğdu diye bir yerdeyim, 99 ağustosunda. hava oldukça nemli, tabiri caizse nemdem boğuluyoruz. küçük bir mahalleye kocaman banka binası yapmışlar.  beş bilemedin altı personeli var. Elli kişiyi doyuracak kadar mutfak elemanları alt katında. bina ise 5 katlı. lojmanındayım ailecek. kızıom daha yeni doğmuş sayılır altı aylık oldu olacak. küvette yıkıyoruz, oğlum da 2 yaşında falan olmalı o zamanlar. günlerden salımıydı neydi. sanırım salı günü sabah uyandık televizyonlarda her yerde deprem görüntüleri keşmekeş, telefonlar zar zor cevap veriyor. depremin ana üssü gölcük olduğunu öğrendik.

bizim bankaya başladığımız 95 yılı devresi 48 kişiydi, herkesin ayrı özellikleri olmasına karşın aradan bazı kişiler daha öne çıkardı. sarı saçları, mavi gözleri, yakışıklığı ve hayata canlı bakışlarıyla erdoğan da bunlardan biriydi. hep cool'du.  daha banka bizi şekle sokmamıştı, canlıydı, arkadaştı. pazartesi günü şubeye bir düğün davetiyesi geldi. erdoğan cumartesi günü evleniyordu.düğün hazırlıkları için gölcükteydi.

deprem olur olmaz arkadaşlarla araştık.  malum turne dönemiydi..dediler ki bizden erdoğan gölcükte baba evinde düğün hazırlıkları yaparken baba evinde depreme yakalanmış. 4 gün sonra düğünü vardı.bu kadar sarsıldığımı az anımsıyorum..nişanlısı olan kız  uzunca bir süre psikiyatrik tedavi gördü..toprağın bol olsun arkadaşım.....

5 Ocak 2016 Salı

kavak'ta iken...

yıl 96'di sanırım.samsun kavak'dayız. o zamanlar sürekli ekonomi dergileri alıyor, günceli takip ediyor, arada da borsa oynuyoruz. intermedya ekonomi diye bir dergi vardı. daha sonra borsaya açıldı battı. güzel bir dergiydi. haftalık takip ediyorum. bir aralar bu dergi klasik müzik kasetlerini eşantiyon olarak verdi yanında. ben de o sıralar metal, özgün müzik yanında klasik müzik de dinliyorum. öğle arası oldu yemek yedim şubede. derginin verdiği ravel'in bolero'sunu hizmetliye müdür odasında bulunan teybe koymasını sesini açmasını söyledim. neyse hizmetli gitti kaseti yerleştirdi, açtı sesini, ben huşu içinde dinliyorum, gözlerimi kapatmış kendimi koy vermişim, kasedin ön yüzü bitti, çevirdi, o taraf da bitti. tamam getir dedim, getirdi, müfettiş bey dedi, ben 1 saattir dinliyorum bu ne biçim müzik. hiç bişi söylemedi, dıddıdıd dedi. güldüm, boş ver dedim, bu sözsüz müzik...

kavak'da teftişdeyken  bir arkadaşımla beraber ladik şubesinin lojmanın da kalıyoruz. günü birlik gidiş geliş yapıyoruz. ladik şubesinin bembeyaz saçlı ve bembeyaz pos bıyıklı babacan müdürü var. o kadar cana yakın ki. kolay alışmam insanlara ama çabucak alıştık. bir akşam bizi ladik gölü kenarında bir restorana götürdü, iyi de içiyordu, size turna balığı yaptıracağım müfettiş bey dedi, çok güzel yapıyorlar, manzara enfes dedi. gittik göle nazır bir restorana, bir turna balığı yapıyorlardı hakikaten enfesti, halen tadı damağımdadır...

o zamanlar görev merkezi kavramı var, ben eşimin tayinini ankara'ya almışım, devrenin büyük kısmı ankara ve istanbul'a dağıtıldı, çok azı izmir'e. beni de istanbul grubuna dahil ettiler. kimde kalcam ne yapcam diye düşünüyorum. kavak şubesinde üstada söyledim, ben bunlara bir şey diyemem dedi, başka yönden ilerle, torpil yap dedi, ben de başkan yardımcısı termeli, onu aradım, belki bir faydası olur diye, halbuki adam bana gıcık. üstadım dedim ben ünyeliyim, şu zaman işe başladım, görev merkezim istanbul yapıldı, ama ben ankara'dayım öğrenciliğimden beri, eşimin tayinini de aldırdım dedim, bana bak dedi, biz size öyle uygun gördük, gidecek oraya yerleşecek, size misafirhaneden de yararlanmayacaksınız, tamam mı' dedi, tamam üstadım dedim. askeri bir düzen var bankada. ses çıkarmak mümkün değil, sonra ne yapayım dedim, o sıralar yk üyesi var tanıdığımız, merhaba efendim dedim, ben kavak samsundayım, görev merkezim istanbul yapıldı, ben ankaraya yerleşmek istyorum dedim, aa dedi, ben 78 de kavak şubesindeydim, nasıl falan dedi, ben de olabildiğince kavak'ı anlattım, fazla değişen bir şey yoktu ne yazık ki.tamam dedi, ben hallederim merak etme dedi, bu sırada yaz geçti, artvine, düzceye falan gittim üstadla beraber, kış programları geldi, ben üsküdar istanbul şubesine bir üstadın yanına verildim, üstadın başkanlıkla arası çok iyi. yardımcı olur musunuz dedim, ben karışamam dedi, yani her kes yan çiziyor, tamam o zaman üstadım, buradan telefon görüşmesi yapabilir miyim dedim. yap dedi sakıncası yok. o zamanlar cep telefonu yok, ya ankesörlü telefondan yada şube telefonundan konuşuyor, dönüşte ücretini ödüyoruz. yk üyesini aradım, bugün gibi aklımda, efendim dedim bugün 7 ocak ve ben istanbul üsküdar şubesindeyim, öyle mi  dedi, evet efendim dedim, tamam sen kapat telefonu bekle dedi. 1 saat sonra bana faks geldi, görev merkeziniz 11 ocaktan itibaren ankaradır, şu başmüfettişin yanına verildiniz diye. yıllar sonra o başkan yardımcısı arkadaşlardan birine şöyle demiş, bu bankada bir şu canımı yaktı diye. yk üyesi iyi fırça atmış anlaşılan.ben den sonra 2 arkadaş daha ankara grubuna dahil oldu...

17 Kasım 2015 Salı

boztepe'den gölbaşı'na

  1. yıl 98, uludere ve cizre'yi teftiş etmiş, ara vermeden 3. programım olan kırşehir'in boztepe ilçesine geçiş yapacağım. ankara'dan 93 şahin'imle yola çıktım. akşam 5'te kasa kapanmadan şubede olmam gerekiyor. kırıkkale üzerinden gidiyorum, baktım geç kalacağım şubeye, şubeyi aradım müdür beye kendimi tanıttım, ben geliyorum dedim, kimse ayrılmasın. halbuki kesinlikle önceden haber verilmezdi. yeni durumlarda yeni kurallar gerekiyor. 
  2. boztepe 2bin küsür nüfüslü küçük bir ilçe ve kırşehir'e yaklaşık 20  km uzaklıkta. kaldığım yer ise boztepe'de milli parkın olduğu yerdeki konaklama tesisi. benden başka kimse yok, kasım falan olmalı sanırım, orası da ilçe merkezine 10 km uzaklıktaydı anımsadığım kadarıyla. 
  3. bir gün kırşehir müdürü aradı, hoşgeldiniz falan dedi, buraya da bekleriz, misafir etmek isteriz falan. bir akşam müdür beyle gittik. kırşehir müdür'ümüz çok babacan, 60 yaşarında, alaylı dediğimiz alt kademeden itibaren yetişip her kademe de çalışan biri. sohbeti çok tatlı, beyefendi, ne mutlu oldum tanıdığıma, o akşam yemeğe çıktık kervansaray diye bir yere gittik, yemek yedik, güzel rakı içtik, neşet ertaş türküleri eşliğinde şark köşesinde. neyse ayrıldık döndük boztepeye.
  4. işler bitmek üzere iken bir kere daha ziyaret ettim, güzel zaman geçirdik, neyse ayrıldım boztepe'den hoşcakal dedik. ankara'ya geldim, ilk şubem gölbaşı, evim yenimahalle'de. her gün 20 km gidip geliyorum şahinimle. yaşkalış 1 ay kadar zaman geçti yada geçmedi. bir haber geldi o güzelim beyefendi insan kervansaray'da içip eğlendikten sonra, dönüş yaparken otobüsün altında kalıyor ve ölüyor. ne kadar üzüldüm bilemezsiniz. Allah rahmet eylesin tekrardan.
  5. gölbaşı şubesinde bir kadrolu hizmetlimiz var, yaşar bey, her gün salaş ütüsüz ceket pantolonla geliyor, özensiz, uyardım, hatta belki fırça attım, tamam efendim dedi, özür diledi, ama düzelme yok, sonra müdür bey dediki; efendim bu yaşar bey eşinden ayrıldı, eşi boşanmadı da, eve de almıyor, o da otelde kalıyor, maaş kartı falan hepsine eşi el koymuş, bakıyorum her gün ağzı kokuyor, içki içiyor sürekli. öğrendim ki daha önce 3 kere amatem yani tedavi merkezine yatmış, ama içkiyi bırakamamış. neyse söylemesi ayıp, çağırdım bir gün perşembe yada cumaydı sanırım, bak yaşar bey dedim, bu böyle gitmez, kendine çeki düzen vermelisisn, tedavi olmalısın, dedim. paran var mı dedim, yok dedi, ben bak şimdi amatemi arıyor yerini ayarlıyorum, sorun olursa bana haber ver, al sana 30lira para.bir süre yeter, masrafın olursa haber ver bana dedim, bu arada biraz da müdür bey verdi, sağlık kağıdını düzenledik gitti yaşar bey.ptesi işe geldim, müdür bey geldi, dedi ki, müfettiş bey yaşar bey sizlere ömür, nasıl olmuş, gece içki içmiş, içkisi bitince ispirto içmiş, alkol komasından ölmüş,Allah rahmet eylesin.eylesin...
  6. 93 şahinim vardı dedim de, gölbaşı şubesinde çalışırken bir gün şubenin şoförüne arabanın anahtarını verdim, arabayı yıkat, 4 gibi çıkacağım dedim. şoför 1 saat sonra kadar geldi anahtarı verdi, öğle yemeğine gittik, şubeye girerken arabaya bir göz atayım dedim, ne göreyim benim araba hala kirli, çağırdım şoförü, hani sen arabayı yıkatmış, araba kirli, aynen duruyor,dedim. yıkattım müfettiş bey bakalım beraber dedi, gittik aha bak yıkattım dedi, gösterdiği araba yan taraftaki iş yerine bir şahin gelmiş, aynen beyaz, zaten şahinler genelde beyaz olurdu, gitmiş onu yıkatmış, nasıl açtın arabayı dedim, senin anahtarınla açtım dedi, sen git benim araba diye yan taraftaki iş yerinin arabasını aç, kimse görmesin, bir şey de demesin, al git yıka, benden parasını al, gittik baktık aynen benim anahtarla diğer şahinin kapısı açılıyor, kontak çalışıyor.iyi ki varsın şahin.
  7. bu şahinle ilgili bir anım daha var aslında korkuteli'ndeydim. oradan arada marmaris'e kaçıyordum. 3 saat kadar falan bir yol var o zamanlar daha göcek tüneli de yapılmamıştı.neyse personelin birinden arabasını aldım, tüplü şahin verdiler, 93'tü sanırım o şahinde. korkuteli'den çıktım yola, selam verdim sağa sola, gidiyorum, direksiyonda hafif bir boşluk var, araba sağa çekiyor, manevrayı fazla yapıyorum ters tarafa, balansla ilgili diye falan da düşünmedim, sadece sürücüydüm ben o zamanlar. torosları geçtim, fethiye, göcek,dalaman derken mermerise doğru 30 km falan var, ama her geçen kilometrede daha fazla boşluğu doldurmak için manevra yapıyorum, neyse marmaris'i bilenler bilir, direk dağdan aşağı iner otogarın olduğu yerden şehre girersiniz. otogarı geçtim tam şehre girdim, direksiyon yerinden çıktı, sağa manevra sola manevra yapamıyorum, direksiyon elimde, hemen durdurdum arabayı, arkadaşları çağırdım, geldiler, herkes hayretler içinde. tamirci çağırdık, geldi baktı, abi dedi, binde bir olacak bişi ancak ya tofaşlarda yada renolarda olur dedi, ucuz kurtulmuşsun geçmiş olsun.o kadar yol geldik, dağları aştık, esasen de geçmiş olsundu.

7 Ekim 2015 Çarşamba

uludere, cizre

48 müfettiş yardımcısı 95 sonu 96 başları işe yeni başlamışız. refakat ve nezaret devresinden sonra 98 haziranında hepimiz ilk kez kendi başımıza, yani resen teftişe başlayacağız.refakat ne nezaret ne derseniz, refakat 18 ay kadar bir müfettişin yanında usta çırak eğitimine tabii olmak, nezaret ise bir müfettişin gözetiminde kendi başına teftiş yapmak anlamına geliyor kurul literatüründe. 

muhtemelen değil ilk teftiş yerlerimiz tamamen doğu olacak, tabii arada doğu almayanlarda olabilir.programlar geldi, ben tabii beklendiği gibi en kötü yerlerden geldi.  uludere/şırnak, cizre/şırnak ve ortaköy/aksaray.terörün o zaman tırmanışta olduğu, doğuya gitmenin korkulu olduğu yıllardı. o sene hüseyin adlı arkadışımıza kulp, hazro ve gökçeada programı çıkmış ve istifa etmişti.

ankara'dan uçakla diyarbakır'a gittim, yaşar'da o zaman silvan ilk teftiş yeriydi, diyarbakır şubesinde karşılaştık, akşam üzeri ve ben cizre ye gidemem belli bir saatten sonra. yaşar'la silvan şubesine gittik. sayımları falan yapıyoruz, ama açlıktan ölüyorum. yaşar bir türlü bitirmiyor sayımı, sürekli istiyor, sayıyor, kontrol ediyor.hadi bitir diyorum, az dur acele etme diyor, gerisini yarın sayarsın, kasaya, yani bankacılık  terimiyle müşterek muhafazaya koyalım diyorum, yok. neyse bitirdi sonunda da açlıktan ölmekten kurtuldum, diyarbakır'a döndüm ben, yaşar orada kaldı doğal olarak. 

ertesi sabah erkenden cizre'ye yola çıktık banka arabasıyla. banka arabaları o zamanlar kuş grubu otolardan kartal'dı. cizre şubesine geldim, garajında falan havan topu izleri, mermi izleri, manzara ürkütücü. müdüre gittim, araba istedim, tabii 2. şubemin cizre olduğunu söylemedim doğal olarak. diyarbakır şubesinin arabasını gönderdim, akşama kalmadan 3 gibi uludere'ye yola çıktık, o zmana kadar söylendiğine göre hep kamu görevlileri hep uludere'ye konvoyla gitmiş, ben muhtelemen ilk oto ile giden olacağım, bir şey olaz diyorum, türke bir şey olmaz. neyse korka korka gittik, bir kaç yerde askeri kontrol noktaları var, uyarıyorlar konvoyu bekleyin, geç kalmışsınız, tehlikeli diyorlar. ben devam dedim. akşam 5 suları gibi 2 dağın arasında uzun bir eğimli vadide kurulu olan ve vadinin dibinde dere akan uludere'ye geldim, kontrol noktasını geçtik, postahane var ver mermi ve havan topu izleri, az gittik banka şubesi. inşallah dünya kupasını izleyebilirim diye düşünüyorum. şube işlem hacmi küçük, 20 günde biter.sayımlar falan hemen yaptım, müdür odasına oturdum, nerede yemek yiyeceğim, insanlar nasıl, neler yapıyor akşamları yada hafta sonları, bir sürü düşünce. 

genç yeni personel alınmış, hepsi beklediğimden cevval, konuşkan, saygılı, üniversite mezunu, hele serdar var kıvır kıvır saçları, ne cana yakın, bir genç bayan var, uludereli işsiz güçsüz birine imam nikahlı 2. karı olarak gitmiş, ne garipsedim, fena da sayılmazdı hani.neyse hafta sonu oldu, cumartesi çalışcam 10 gibi şubeye gittim, personelide çağırdım, hafta sonları napıyorsunuz, nasıl zaman geçiriyorsunuz dedim, piknik yapıyoruz, küçük gölet var yüzmeye gidiyoruz dediler, nerde yapıyorsunuz dedin, ırak sınırına yakın bir yerdi, söylediler, neyse hazırlık yapın gidicez dedim, baktım yapmışlar her şey var, ee dedim rakı nerde, rakı olmadan olur mu piknik dedim, sizden çekindik müfettiş bey dediler, neyse gittik dağların arasında yemyeşil bir yere, küçük bir derecik akıyor ki, 5 dakika ayağını suda tutmak ne mümkün, karpuz ve rakı buz.kocaman bir sacda kavurma yaptılar, ben seçiciyim, bana yağsız bonfile falan yaptılar, güzel yedik ve içtik. müzikler dinledik, hava oldukça güzel, doğa etkileyici, akşam olamadan indik, polis kontrol noktası, geçtik, pek de nazik değiller, hem de hiç.

akşamları bilardo oynuyoruz, bilardo salonu var uludere, hamburgerci var üniversite mezunu, kitap gibi, her geçen gün şaşırıyorum, küçük yaşta kızlar satılıyor, istanbul, ankara gibi büyük şehirlere iki üç milyara.çok garipsedim. ama genel olarak beklediğimden çok mutlu oldum diyebilirim, personelini çok sevdim, aradan kaç sene geçti bana eve ankaraya ceviz ve bal gönderdiler bir süre.

uludere bitti, cizre'ye geçtim, müdürümüz diyarbakır'lı aslen ve çok samimi ve candan biri, ama muhasebeci ise o kadar mankafa desem yeridir, hem bilgisiz, hem kaba. bir veznedarımız var,kilolu, komik, neşeli ve okadar da iyi mangal yapıyor, akşamları vezneyi kapatır kapatmaz onu önden gönderiyorum, bazen dicle kenarına bazen kasrik boğazına. mangalı yapıyor, içiyor , müzik dinliyor ve iyi zaman geçiriyorum, zaten doğu insanı gereğinden fazla saygılı ve misafiri hiç yalnız bırakmazlar.bunu ege yada karadeniz'de bulamazsınız, hele iç anadoluda hiç.

güneydoğuyu boydan boya gezdikçe her geçen gün ünye'nin ne kadar güzel olduğunu tekrar farkına varıyorum. ve ülkenin özellikle güneydoğusunun tipik bir ortadoğu kasabasından farkının olmadığını. tüm sınır suriye sınırı karayolu var, karayolunun sağı suriye tarafı tel örgülerle mayınlı arazi, ötesinde asker kuleleri, ve suriye tarafında hiç bir şey yok.

cizre şubesin teftişin son günleri, yaşar'la konuşuyoruz, nasıl gidiyor falan diye, işleri bitirmek üzere, dur şuna bir muziplik yapayım dedim, nasıl olsa bilgisayardan o kadar anlamaz diye. sisteme girdim, ayrı bir kütük açmamış,  o zaman yazışmaların yapıldığı, ayrı dosya açıldığı bir online ağ vardı, girdim, dosyalarını buldum ve raporların hep son sayfasına iyi günler dilerim yaşar yazdım. sen tut raporları okumadan şubeye ver, aradı lan erol naptın olum ya dedi, ben gülmekten kırılıyorum, bunu yapsa yapsa ancak erol yapar diye düşünmüş.doğru da düşünmüş.

bir akşam kasrik boğazına gittik, ihtişamlı bir yer, ırmak akıyor arasından,  dağlar görkemli, bir yanda gabar dağları bir yanda kato dağları.keskin kayalıklar, geç saatlere kadar mangal yaptık ve içtik şubece. dönüşte bir tır az kaldı altına alıyordu bizi.

Bankanın önünde lağım patlamış, etraf kokudan geçilmiyor, müdür belediye başkanına laf geçiremiyor, seçimler yeni olmuş, belediye başkanı dağdan yeni gelmiş pkklı. tam bir keşmekeş var belediyede, bekledik, aldı içeriye. tamam ilgilenicem dedi, aradan bir hafta kadar zaman geçti ancak yaptılar.

sinan lokantası diye bir lokanta vardı, halen varmı bilmiyorum, muhteşem sulu yemek yaparlardı, orada yemek yerdik genelde.ve 100binin üzerindeydi nüfusu vakko'nun mağazası vardı, ne çok şaşırmıştım. kara çarşamba diye çarşambaları vardı ve dicle kenarında parklarının her tarafı kapalıydı ve çarşamba günleri bayanlara aitti, söylenceye göre bayağı bir müstehcen giyiniyorlardı, ben görmedim. cizre 100 yıl kadar önce ada şehirmiş, eski fotoğraflarını gördüm. etkileyiciydi, şimdiki halini sorarsanız eski halinden eser yok.

6 Ekim 2015 Salı

falcı

96 yılı. işe yeni başlamışım. Bir kaç şehirde bir kaç üstadla çalıştıktan sonra urfa'ya gittik. Üstad ve 3 muavin. hava nasıl sıcak, ağustos ayı. şehir ne çok kirli, yemek yiyecek arayıp bulmak ne zor, en azından benim gibi pimpirikli biri için. yoğun çalışıyoruz, klimalar altında.

cep telefonları yeni çıkmış, puşili ve şalvarlı adamlar, başka bir dünya benim için ve çok ilginç geliyor. adapte olmakta da zorlanıyorum. kocaman telefonlarla yaşlı başlı adamlar geliyor, şube kalabalık, bağırış çağırış, ana baba günü genelde her gün. gübre vs destek ödemeleri var. telefonlar çalıyor, alo, he  ben mi şimdi bankadayım, onun işini sonra halletcez ,falan. daha sonra anladım ki kimse kimseyi aramıyor telefonlar yeni alınmış, çaldırılıyor ve konuşuluyor, kapatılıyor ve böylece banka şubesinde önemli adam hissiyatı veriliyor. ama 1 değil 3 değil bu şekilde yapan o kadar çok kişi var ki. o yıllarda cep telefonları ile bilgisayarlı ortamda konuşmak yasak, zarar veriyor denilirdi bilgisayarlar. ama dinleyen kim ki?

evleneceğim, izin aldım, düğün işleri falan, biz balayına urfa'ya gittik, izin vermiyorlar , bizde de alacak cesaret yok, katı disiplin var. eşim o sıralar Malatya'da öğretmen. eş tayini istedik, oldu, ayrılma işlemleri yapacağız. ben dsi misafirhanesinde kalıyorum.arada günlük yazıyorum.kısa notlar alıyorum, o sırada çeşitli geleceğe dair hayaller kuruyoruz eşimle. çocuklarımız olsa, 1 kız 1 erkek, hatta ben 5 istiyorum, evimizi alsak, arabamız olsa, düzene girsek, daha ev yerleştirmedik, borçlar bitmedi falan. 

eşimi malatya'ya ayrılış işlemleri için gönderdim, günlerden cumartesi, günlük karalıyorum yine geç saatlerde, çocuklarımız olsun. adları ekim, eylül, evrim,devrim, eylem. devrim yapacaz yani o günün henüz idealist, öğrencilikten yeni çıkmış, bürokrasiyi ve devleti çözememiş müfettiş yardımcısı gözü ve gönlüyle içimden bunlar geçiyor, o sıralar eşim arkadaşlarıyla buluşuyor malatya'da ve arkadaşları iyi bir falcı var burada , oaraya gidelim kahve falı bakalım beraber. gidiyorlar, falcı eşimin falına bakıyor, diyor eşin devlet görevinde, subay gibi biri, sen hamilesin, eşin uzakta, ama çocukların ismini bile hazırlamış, 1 kız 1 erkek çocuğunuz olacak, istediklerinize kavuşacaksınız falan. ama eşim gülüp geçiyor, mana nasıl olacak falan daha yeni evliyiz diyor.

neyse urfa'ya geldi.1 hafta kadar önce arkadaşımız hasan hastalandı, kusma, ishal, ateş, doktora  gitti, dizanteri. urfa'alışmak zor tabi, yiyecekleri yıkamadan yememek gerek, ama biz daha yeniyiz, ilk doğu turnemiz. eşimde de aynı belirtiler var, sıcak olağanüstü bu arada. ateş, kusma ve ishal. bu kesin hastalandı, ya tifo ya dizanteri dedik, devlet hastanesine gittik, doktor geldi, tetkikleri yaptıktan sonra. ne iş yapıyorsunuz dedi, ben müfettişim eşim anasınıfı öğretmeni dedi, ne güzel ne mutlu size, tebrik ederim dedi, biz şaşırdık, hayırdır doktor bey dedik, hamilesiniz dedi, biz hazır değiliz daha, daha doğrusu ben değilim, şaşırdım, hatta kızmış bilem olabilirim.

sonra dsi misafirhanesine gittik, ayla olanları anlattı bana malatya'da ki falcı olayını falan ben de günlüğümü gösterdim, çok şaşırdık ve çok sevindik.aradan zaman geçti, oğlumuz ekim oldu, 2 sene sonra kızımız eylül ve biz dubleks bir evde yaşıyor ve hayallerimizi kurduğumuz şeylerin nerdeyse hepsine ulaştık, yerine yeni hayaller aldı..


telefon...

ne güzel bir telefon geldi, 15 yıl öncesinde bafra'dan, ziraat bankası günlerimden.güzel anılar ve güzel insanlarla zaman geçirmiş olmanın sevinci ve hüznü bir arada. sevinci var, güzel ve değerli zaman geçirmek, hayata aynı yönden bakan onurlu insanlarla iyi ki tanıştım, zaman geçirdim, aradan geçen zamanda çeşitli vesilelerle haberlerini aldım, acılarında yanlarında olamadığımda üzüldüm, sevinçlerini paylaştım, aslında kolayca bafra'ya geçebilirdim, bir kaç kere plan da yaptım, ama nedense olmadı. hüznü var, aradan geçen zamanda bu kadar güzel ve samimi insanlarla tanışmak, tat almak her geçen gün daha zorlaşıyor ve ender bulunur oluyor. ne yazık ki...

ali bey emekli olmuş, babası değerli insan duran amca vefat etmiş 2007 de. işin başına ali bey geçmiş, eşi emekli olmuş, kızları üniversiteyi bitirmiş ve evlenmiş, oğlum ekimle yaşıt görkem bu sene bilgi üniversitesine başlamış. ne kadar şey değişmiş, ne kadar iyi geldi bu telefon bana. iyi ki varsınız ali bey dostum.

aradan geçen zaman zarfında ben 2004 de iller bankasına geçtim, halen müfettişim, oğlum ekim lise bitirdi, kızım AAAL de 11.sınıfta, ben halen müfettişim ve kastamonu'dayım.

2001 yılıydı sanırım, kriz ertesi, emlak bankasının bir kısım şubeleri ziraat bankasına, bir kısım şubeleri halk bankasına devrediliyordu, ben bafra şubesinin devrini almak üzere gittim. ali bey ticari servis yetkilisiydi. babası duran amca arçelik bayiisi, hatırı sayılır, saygın biri, toprağı bol olsun.

4 Haziran 2015 Perşembe

99 yılıydı sanırım. Seferihisar da bir banka şubesinin teftişinde iken, Cuma akşamı gelen telefonla acilen karabağlar’a gittim. Şubenin muhasebecisi hesabına geçirdiği paraları bankamatikten günlük limit dahilinde çekiyormuş, bu çekme işlemi yaklaşık 3 ay boyunca her gün düzenli sürmüş. çok düzgün, örnek bir insanmış, insanlara yardım edermiş, bu işi yapacak en son kişiymiş.

Şubeye gittim, olaya el koydum. Hafta sonu çalıştım, tespitleri yaptım, 3 gün önce muhasebeci ortadan kaybolmuş, tespitlerime göre araba almış, gerişini pavyonda orda burada yemiş, olay açığa çıkınca da sırra kadem basmış, özürlü çocuğu var, banka yardım ediyor, eşi ev hanımı, ağlamaklı, biçare haldeler.

Cumartesi tüm gün geceye kadar çalışarak tespit ettiğim rakam sanırım 22binliraydı. Pazar günü nöbetçi savcılığa gidip banka adına suç duyurusunda bulundum, aynı gün arama kararı çıkartıldı, pazartesi oldu çalışmalara devam ediyorum, ifadeler falan alıyorum, başka yerlerde açık var mı kontrol ediyorum, derken Salı günü oldu, muhasebecinin yakalanarak buca cezaevine gönderildiği haberi geldi, ifadesini almam gerek, her ne kadar tespit yapılsa da savunma hakkı kutsaldır, ne yapmalı, nasıl gitmeli.

Ceza evi savcılığına yazı yazdım, izin istedim, şube müdürü ile hazırlandım, cezaevine gideceğiz. Ne yapmalı şimdi, adam şimdi pejmürde haldedir, suç işlemiş de olsa cezaevi koşulları kötüdür, müdür bey efendim cezaevinde sigara bulmak zordur, sigara götürelim dedi, ailesinden de giyecek falan temin edildi, 1 karton Maltepe aldırdım kendi cebimden, cezaevine gittik, cezaevi müdürü oda ayarladı, 5 dakikaya kalmadan muhasebeci geldi, perişan halde. İçim acıdı, ama ifade almam gerekiyor, önceden hazırlık yapmışım, biraz sohbet ettikten sonra iyi halden yararlanmasını, bu rakamı ödemesini, itiraf etmesini önerdim, tespit olduğundan dolayı itiraf etmesinin önemi yoktu gerçi. Ama pişman olduğunun göstergesiydi. Kanunda bu sayede mümkün olan en düşük cezayı alma şansı var olacaktı. ifadeyi istediğim gibi aldım, allaha ısmarladık dedim, çıktık. ertesi gün eşi ve çocuğu geldiler, perişan haldeler, nasıl ödeyeceklerse eşinin zimmetine geçirdiği parayı taksitler halinde ödemelerinin mümkün olup olmadığı, ne kadar sürelerinin olduğunu falan sordular, yanıtladık, ağırladık, uğurladık.


Sonuçta muhasebeci zimmete para geçirmekten tutuklandı, içeri girdi, eşi ve oğlu perişan hale düştüler, muhasebeci işten atıldı, çocuğunun özürlülük yardımı gitti, banka ciddi rakam ödüyordu ve o zamanlar bu dönemdeki gibi özürlü yardımları yoktu. Bir kişinin eylemi zincirleme şekilde ne gibi sonuçlara neden oldu, bunlar benim gözlemlediklerim tabii ki. hayat doğru düzgün bir insanı alıyor ve sınıyor sanki. kestirmek mümkün değil. ve bu hep beklemediğimiz doğru, düzgün, örnek olan yerden geliyor. çünkü diğer kişilere karşı insanoğlu temkinlidir.